ABD’de kaldığım bir yıl boyunca beni çok etkileyen şeylerden birisi bilgiye ve ölçmeye verdikleri önemdi. Mesela canınız ücra bir yerde küçücük bir doğal parkta yürümek isterse, parkın girişinde bir kutu, kutunun içinde de parkın broşürlerini bulabilirsiniz. Yürüyüşünüzün tadı dimağınızda kalsın istiyorsanız oturup beş dakika broşürü inceleyebilirsiniz, oldukça zengindir çünkü. Broşürde dikkat etmeniz gereken tehlikeler, karşılaşabileceğiniz canlı türleri, tavsiye edilen etkinlikler vb. bilgiler yanında bir de kroki vardır. Kroki üzerinde içerideki su gözelerinin, yürüyüş yollarının, çay yataklarının, yaşlı ağaçların, tepeciğin vs. hepsinin ismi yazılmıştır. Amerikalıların bir sürü önemsiz (?) şeye isim verdiklerini görünce şaşırmıştım. Sonradan anladım, isim vermekteki maksat kayıt altına almak, düzenli olarak ölçmek, saymaktır. Ülkemizde "kaç çocuğun var?" denildiğinde hala kız çocuklarını saymayanlar var. Bu arada saygı kelimesinin de saymaktan geldiğini hatırlatmama gerek yok sanırım.
Dolayısıyla işine saygı duyan bir yöneticinin ilk yapacağı şey de işiyle ilgili bilgi sahibi olmaktır. Sadece uzmanlık bilgisinden bahsetmiyorum. İşi yaparken her an üretilen verinin kayıt altına alınması, işlenerek bilgiye dönüştürülmesi ve bu bilginin karar alma süreçlerinde kullanılmasından bahsediyorum. Başlıktaki ifade yönetim dehası Peter Drucker’ın işletmecilikte klasik olmuş bir sözüdür. Biraz iddialı gelebilir, zorunuza da gidebilir ama maalesef doğrudur. Yönetmek karar almak, karar almak tercihte bulunmak, tercihte bulunmak ise karşılaştırma yapmak demektir. Doğru karşılaştırma yapabilmeniz için elinizde sağlıklı bilgi olması lazım.
Karar almada sezgiler elbette önemlidir. Hatta bir yetişkin günde ortalama 35.000 karar alır ve bunların ancak %10’unda hesap kitap yapar. Yemek yerken ne zaman yutkunmamız gerektiğinin, düz yolda yürürken atacağımız adımların hesabını çoğunlukla yapmayız. Dolayısıyla yıllarını işine vermiş, dirsek çürütmüş, dişiyle tırnağıyla bir işletmeyi kurmuş bir yöneticinin ellerini cebine atıp sezgilerine güvenerek karar vermesi elbette normaldir. Fakat kaçınız göstergelere bakmadan, sadece sezgileriyle karar veren bir pilotun kullandığı uçağa binmek ister? İşletmelerimiz onlarca, yüzlerce, belki binlerce kişiyi taşıyan irili ufaklı uçaklara benziyor, pilot koltuğunda oturuyorsak bu insanların güvenlerinin yükünü omuzlarımızda hissetmemiz lazım. Yöneticilik gelişigüzel yapılacak, sadece yüksek sezgi kapasitemize sevk edilecek bir iş değildir.
Daha önce belirtmiştim yöneticiliğin iki boyutu var; sanat ve bilim. Sanat tarafı yetenek ister ve fakat dirsek çürütmeyle kuvvetlenir. Ustalık dediğimiz şey biraz yetenek, bunun yanındaysa bolca emek, ter ve hata ister. Da Vinci’nin eskiz defterleri olmasaydı Mona Lisa ortaya çıkamazdı. Koca Sinan’ın usta olup Selimiye gibi bir şaheseri vermesi yüzlerce eserden sonra ancak 90 yaşında nasip olmuştu. Sanatta usta olmak için tecrübe çok önemli. Fakat hem Da Vinci’nin, hem de Sinan’ın defterlerinde bolca sayı ve hesaplama görürsünüz. Kainatın matematiği vardır, davranışlarımızın bile matematiği vardır. Dolayısıyla ancak sayıları da okumayı becerebilenler su gibi, şiir gibi yöneticilik yapabilirler.
Geçenlerde ABD’den gelen bir arkadaşımı Kayseri’de gezdiriyordum. En çok etkilendiği şeyler binlerce yıldır heybetiyle yanı başımızda duran Erciyes’imiz ve yine bin yıldır bize hizmet veren camilerimiz, medreselerimiz oldu. "Allah’ım bize de böyle kalıcı eserler vermeyi nasip et" diye dua ettik. Ne yazık ki tıpkı çirkin betonarme binalarımız gibi şirketlerimiz de derme çatma ve kısa ömürlü oluyor. Yüzyılı devirmiş işletmelerimizin sayısı birkaçı geçmiyor. İşletmelerimizin %80’i 5 yaşını, %90’ı ise daha 10 yaşını göremeden kapanıyor. Oysa hiçbir işletmenin kuruluş sözleşmesinde "inşallah 5 yıl sonra batmaya niyetliyiz" diye yazmaz. O halde bir şeyleri eksik ve yanlış yapıyoruz demektir. Liste uzun ama ilkini söyleyeyim: ölçmüyoruz.