Ve maalesef yine okullar açıldı, üzülüyorum...
Ekonominin en kritik kaynağı hiç şüphesiz insan. Makinalar, robotlar insanın fiziki ve bilişsel kapasitesini aşan inanılmaz işler yapsa da insan hala katma değer yaratabilen tek varlık. Diğerlerinin tanımlı ve öngörülebilir becerileri var, öte yandan sahip olduğu yaratıcılık vasfıyla değişim yaratan ve medeniyeti imar eden yegane varlık insan. Fakat hangi insan?
Yarının medeniyetini imar eden, ekonominin geleceğini dizayn eden insanlar çoğunlukla bizim ülkemizden çıkmıyor maalesef. Ne yaparsak yapalım tablo değişmiyor. Her yıl eğitim reformu yapıyoruz, en çok değişen sistem Milli Eğitim Sistemi, en çok değiştirilen bakan Milli Eğitim Bakanı. Artık iyice dalga konusu oldu: "Eğitim sistemimizin iki temel eksiği var" deniyor; 1- Eğitim 2- Sistem.
Oysa inanılmaz bir kaynak tahsis ediliyor eğitim harcamalarına. 2013’te yayınlanan bir rapora göre orta gelirli bir ailenin üniversite mezunu bir çocuğuna eğitimi için harcadığı toplam para ortalama 340.000 TL’yi buluyormuş. Enflasyonu dikkate alırsanız bu yıl 500.000 TL olmuş demektir. Buna bir de devlet tarafından harcanan parayı ilave ettiğinizde sonuç dudak uçuklatıyor. Peki netice? Diplomalı, niteliksiz, iş arayan, değer yaratmayan, heyecansız ve hayalsiz koca bir güruh. Şu anda %10’lar seviyesinde olan genel işsizlik oranı, gençler söz konusu olduğunda %24’leri aşıyor. İşe girenler de aylık 2.000-3.000 TL net ücret alabilseler mutlu oluyor, kamuda iş bulurlarsa cennete girmiş gibi seviniyor.
Şimdi çok kaba ve rahatsız edici bir hesap yapalım: Çocuğunuz doğduğunda onun adına şehrin ücra bir yerinden net bugünkü değeri 500.000 TL olan bir arsayı borç harç alsanız ve 25 yılda (yani çocuğunuzun üniversiteden mezun olma yaşına kadar) taksit taksit bu borcu ödeseniz, 25 yılın sonunda arsa satıldığında emin olun çocuğunuzun eline geçen para maaşıyla kazandığından kat kat fazla olur. Bu demektir ki ülkemizde yatırım için alınan taşlı tarlanın ROI değeri (yatırımın geri dönüşü), eğitim yatırımı yapılan bir insandan fazla oluyor.
Provokatif bir örnek verdiğimin farkındayım, eğitimin katma değerini sadece aylık ele geçen parayla ölçmek de doğru değil elbette. Fakat Milli Eğitim sistemi (üniversiteler dahil) Türkiye’nin en büyük örgütü/işletmesi; bugün itibarıyla 1.000.000’dan fazla personeli bulunuyor (kıyaslarsak Türkiye’nin en büyük özel işletmesi olan Türk Telekom’da yaklaşık 35.000 kişi çalışıyor). Böylesi devasa bir örgütün 15-20 yıl boyunca, yılda ortalama 180 gün bilfiil üzerinde çalışarak ürettiği bir ürün piyasada alıcı bulamıyorsa durum rezalet demektir.
Özel sektör tecrübemin ardından üniversiteye akademisyen olarak geçtiğim ilk haftalarda üniversitemizde benzer bir durumu görünce kaliteci alışkanlığım nedeniyle bir analiz yapıp idarecilerime detaylı bir rapor hazırlamıştım. Raporun altında şu yazıyordu: "Kıymetli hocam bu işletmede yangın var, hepimiz yanıyoruz. Eğer biz özel bir işletme olsaydık çoktan kepenk indirmemiz gerekirdi. Hemen bir kriz yönetimi stratejisi belirleyip bunu uygulamamız lazım." Açıkçası aldığım cevap nedeniyle üzüntü duymuş, hatta kızmıştım. Bir yönetici daha cesur olmalıydı. Fakat bir süredir eğitim camiasında heyecan ve hayal sahibi olmayanların sadece gençler olmadığını görüyorum. O idarecimi şu an anlıyorum; inanmayan insanlarla yeni bir yol açamazsınız.
O yüzden eğitimde yeni bir yol açmak lazım. Yoksa zaten doğal seçilim nedeniyle yeni ekonominin maraba takımı olacağız. Fakat bu nasıl bir yol olmalı? Yerimiz kalmadığından gelecek sayıya.