Kar amacı gütsün ya da gütmesin bir işletmenin yönetiminde başarılı olmak için dikkat edilmesi gereken çok temel iki unsur vardır: doğru işi yapmak ve işi doğru yapmak. "Doğru işi yapmak etkinlik; işi doğru yapmak ise verimliliktir" der Peter Drucker ve sonra ekler: "Aslında hiç yapılmaması gereken işleri, büyük bir verimlilikle yapmak kadar boşa harcanan bir çaba olamaz". Yani önce doğru işi yapmamız lazım, aksi takdirde hiç yapmamak daha iyidir. Etkinlik kaygısının, verimlilikten önce gelmesi gerekir.
Doğru işi yapmanın ağırlığı öncelikle liderin omuzlarındadır. Özellikle kurucu liderler bu manada işletmenin varlık amacını yani misyonunu belirler. Üstelik bunu daha yola çıkmadan belirlemek gerekir. Okuduğum, dinlediğim başarılı işadamlarının hayıflandığı bir ortak nokta şu: "keşke kültür işini en başta düşünseymişiz" diyorlar. Aksi takdirde yıllar sonra kendiliğinden ortaya çıkan işletme kültürü pek hoşumuza gitmeyebilir ancak bunu değiştirmek artık neredeyse imkansızdır. O yüzden misyon çok hayati bir konu. Fakat misyon konusunda ülkemizde iyi örnek bulmak da çok zor maalesef. Misyon dediğimiz şey uzun ve basmakalıp, birbirinin aynısı ifadelerle yazılıp faaliyet raporu gibi yayınlarda basılmak için, ya da işletmenin bilumum duvarlarında asılmak için değil, işletmemizin paydaşlarının akıllarına ve yüreklerine kazınmak için belirlenir. Sabahleyin işletmemize gelen çalışanların "biz neden varız?" sorusuna verdiği ortak bir cevabı yoksa, bu cevap için çalışmıyorsa misyonumuz yok demektir.
İyi bir misyonunuz var mı, işte size check-up soruları:
Bir de örnek vereyim, Google’ın misyon ifadesi: "Dünya’daki bilgileri örgütlemek ve evrensel olarak ulaşılabilir ve faydalı kılmak". Hepsi bu kadar... Ben bir müşteri olarak bile Google’ın bu misyona hizmet ettiğine inanıyorum. Gerisini siz hesap edin.
Doğru işi yapmak bağlamında ikinci iş olarak lider işletmenin vizyonunu koyar, hayal çizgisini çeker, ufkunu belirler. "Nereye gitmek istiyoruz?", "Gelecekte kendimizi nerede görmek istiyoruz?" sorularının cevabını vermeden yola çıkılmaz. Vizyon işletmenin paydaşlarının tüm faaliyetlerini uyumlaştırır. Sonra bu hayale tarih düşülür, bir takvim belirlenir ki buna da hedefler denir. Böylelikle artık işletme tüm kaynaklarını hedeflerini gerçekleştirmek üzere tahsis etme imkanına kavuşur. Peki bunu başarabilir mi? Buna bir sonraki yazımızda değineceğiz.
Son olarak doğru işi yapmanın çok önemli bir boyutu da ahlakiliktir. Her ne kadar işletmecilik dünyasında hâkim paradigma kâr, büyüme, pazar payı gibi sırf ekonomik değerler üzerinde vurgu yapsa da, biz ahlaki değerlerimizle yaşayan varlıklarız. Rahmetli İbrahim Eken Hoca’mın insan tanımını burada ifade etmem lazım: "psikologlar insanı duygusal varlık, sosyologlar toplumsal varlık, iktisatçılar rasyonel varlık olarak tanımlıyor, hayır; insan sorumlu varlıktır". Dolayısıyla tabiattaki sorumluluk sahibi tek varlık olduğumuz bilinciyle önce ahlaki olarak doğru işi yapıp yapmadığımıza bakmamız lazım. Aksi takdirde, eski deyimle, "kem âletle kemâlât olmaz". İşletmeler de bizim gibi kişidir, tüzel kişi. Kişi demek gölgesi düşen, iz bırakan demektir. Bugün maalesef "iş başka, ahlak başka" anlayışı iş dünyasını şizofren hale getiriyor ve görmekten hicap duyacağımız izler bırakıyoruz. Burada en büyük vebal belki de biz eğitimcilerin. Nitekim ülkemizdeki işletme okullarında hiçbir kitapta geçmeyen, hiçbir derste anlatılmayan bir kelime var: bereket. Bereketin matematiğini anladığımız ve anlattığımız gün doğru iş yapmaya başlayacağız. Bu arada uzun bir aradan sonra yağmur yağıyor, bereket olsun...