İnsanlık tarihi boyunca her teknolojik devrime bir ekonomik devrim eşlik etmiştir. Günümüzde de interneti kullanan makinelerin tetiklediği, siber-fiziksel sistemlere dayalı dördüncü sanayi devrimi (Endüstri 4.0) bütün Dünya’da konuşuluyor. Endüstri 4.0’a dair gelecek öngörülerine göre 2025 yılında gelişmiş ülke ekonomilerindeki imalat sektörlerinde iş süreçleri %15-20 oranında otomasyona dayalı olacak, 2030 yılına gelindiğinde ise global ticaret hacminin yarısının akıllı nesnelerin etkileşimini kullanacağı tahmin ediliyor. Bunun için Dünya’da birçok ülke Endüstri 4.0 konusunda çalışmalar yürütüyor. ABD (SMLC), Almanya (Platform Industrie 4.0), Japonya (Society 5.0), İngiltere (Catapult), Fransa (Industrie Du Futur) gibi bazı gelişmiş ülkelerde ise bu konuda somut sanayi stratejileri ortaya konmuş durumda.
Bizim ülke olarak bu konuyu daha çok önemsememiz gerekiyor çünkü Türkiye’nin global ekonomideki temel rekabet avantajı unsurları düşük işgücü maliyeti ve coğrafi konumu nedeniyle kazandığı lojistik avantajıdır. Ancak uluslararası piyasalarda halihazırda sahip olduğumuz bu avantajlı alanların yeni endüstri devrimiyle birlikte göreli önemini yitireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Türkiye’nin orta gelir tuzağından sıyrılıp yüksek gelir grubundaki ülkeler arasında yer alması ancak düşük katma değerli ürünlerin üretiminden yüksek katma değerli ürünlerin üretimine ve ihracatına geçişle mümkün.
Ekonomimizin yeni endüstri devrimine hazırlığı açısından durumunu gösteren birtakım göstergelere baktığımızda ise Türkiye olarak Küresel İnovasyon Endeksi’nde (2017) 43. sırada, Küresel Rekabet Endeksi’nde (2017) 53. sırada, İş ve İnovasyon Ortamı sıralamasında (2016) 43. sırada, WIPO (2016) istatistiklerine göre patent başvurularında 23. sırada, Uluslararası Mülkiyet Hakları Endeksi’nde (2017) 78. Sırada yer alıyoruz. Bu göstergeler Türkiye’nin inovasyon kabiliyeti ve yeni endüstri devrimine uyum açısından hiç de hazır olmadığını ortaya koyuyor.
İş dünyasından ve akademiden oldukça geniş katılımlı bir çalıştayın ve yapılan araştırmaların sonuçlarına göre Türkiye’de sanayinin dijital olgunluk seviyesi henüz Endüstri 2.0 ile Endüstri 3.0 arasında seyretmekte. Yani ekonomimiz genel olarak 1960’ların, 70’lerin Dünyasını yaşıyor. Türkiye, ihracatının içerisindeki yüksek teknoloji ürünlerin ağırlığı bakımından da Dünya ülkeleri arasında 103. sırada yer alıyor. İmalat sanayimiz içerisinde oransal olarak düşük teknolojili ürünler (%35) en yüksek payı alırken, en düşük payı (%3,7) payı ise yüksek teknolojili ürünler oluşturuyor. Dış ticaret dengelerine baktığımızda da ülkemizin imalat sanayinde yüksek teknolojili ürünler ithalatı %15,7 düzeyindeyken, yine imalat sanayinin yüksek teknolojili ürünler ihracatı ancak %3 seviyesinde. Oysa ki ülkemizin rakipleri olan gelişmiş sanayi ülkelerinde bu oran %15-45 bandında seyrediyor.
Bu konu sadece ekonomiyi yönetenlerin omuzlarına yıkılacak bir mesele değil. İşletmeler de Endüstri 4.0’a geçiş konusunda elini taşın altına koymalı, çünkü tehditler yanında birçok fırsatı barındırıyor. Örneğin Endüstri 4.0’ın işletme düzeyinde aşağıdaki gibi olumlu etkileri olacağı tahmin ediliyor: Bakım maliyetlerinde %10-40 oranında azalma, pazara sürüm süresinde %20-50 oranında azalma, öngörü hassasiyetinde %85 oranında artış, kalite maliyetlerinde %10-20 oranında azalma, stok elde tutma maliyetlerinde %20-30 oranında azalma, teknik çalışan verimliliğinde %45-55 oranında artış, makine atıl zamanında %30-50 oranında azalma, toplam verimlilikte %3-5 oranında artış olacağı tahmin ediliyor.
Dolayısıyla bu işi ciddiye almamız ve buna ilişkin ülke çapında ve şehirler olarak bir sanayi stratejisi geliştirmemiz gerekiyor. Kayseri ekonomisini yönetenler de özellikle şehrin markalaşabilecek sanayisi olan mobilya üretimi konusunda Endüstri 4.0’a geçiş ile ilgili sadece konuşmamalı, ciddi çalışmalara başlamalı, acilen...