GÜNCEL:
 Ahmet COŞKUN

Ahmet COŞKUN

Bu İşletmeyi Danışarak Mı Yönetsek, Danışmadan Mı?

Geçenki yazımda KOBİ’lerin etkin yönetimi konusunda (finans yönetimi, strateji yönetimi, performans yönetimi, memnuniyet yönetimi, insan kaynakları yönetimi vb.) birkaç temel alandaki ihtiyaçtan bahsetmiştim. Bu ve benzeri yönetim alanlarında KOBİ’lerin en önemli zayıf yanlarından birisi, büyük işletmelerin yaptığı gibi uzman görüşlerinden istifade etmiyor olmalarıdır. Bunun birkaç sebebi bulunuyor.

Öncelikle KOBİ’ler piyasada gerçekten uzmanlık bilgisine sahip kişilere ya da kurumlara hak ettikleri danışmanlık ücretlerini ödeyecek finansal güce sahip olmadığını düşünüyorlar. Düşünüyorlar diyorum çünkü maddi kaynaklarını orta vadede katma değer yaratacak bir yatırım alanı olan bilgiye tahsis etmek dururken, konfor ve lüks harcamaları gibi kısa vadeli fayda beklentilerini karşılamaya harcayabiliyorlar. Arabasının ve telefonunun marka ve modelini, şirketinin geleceğinden daha çok önemseyen bir iş kültürümüz var (özellikle şehrimizde). Bununla birlikte gerçekten mali imkanları danışmanlık hizmeti almaya el vermeyen ama buna inanan ve ihtiyaç duyan işletmelere, üyelik aidatlarını ödedikleri (ticaret ve sanayi) odaları yardımcı olabilirler.

Uzman görüşüne başvurmamanın ikinci sebebi, birincisine cesaret edip, eleştirileri göğüsleyip, kaynak tahsis ederek danışmanlık hizmeti alan bazılarının sütten ağızlarının yanmaları nedeniyle yoğurdu üfleyerek yemeleri ve bu tür anlatıların iş dünyası sohbetlerinde kulaktan kulağa aktarılmasıdır. Birçok işletmede danışman kavramına dair zaten soğuk olan bakış açısı, bunu doğrulayacak tarzda zaman zaman yetersiz, zaman zaman da kötü niyetli kişi ve kurumlar tarafından istismar edilmektedir. Küçük ölçekli, yetkin bir kadrodan yoksun bazı danışmanlık firmalarının sunduğu hizmetler yüksek maliyetli olmasa da tetkik, teşhis ve tedavi konusunda kifayetsiz kalabilmekte ve beklentiyi karşılamamaktadır. Büyük ölçekli danışmanlık firmalarıysa KOBİ’lerin altından kalkamayacağı bedeller isteseler dahi (junior denilen) yeniyetme çalışanlarını bu projelerde görevlendirip yine yaraya merhem olmamaktadır. Bu tür büyük firmalar her ne kadar ulusal, hatta bazen küresel bilgi ağına sahip olsa da KOBİ’lerin ihtiyaçlarına yönelik terzi işi çözüm üretmek yerine bu bilgi ağından standart ilaçlar önermektedirler. (Hatta bir müşterisi için hazırladıkları raporu, müşterinin adını bile değiştirmeden başka bir işletmeye verdikleri, ya da nasıl olsa fark etmezler, ya da fark etseler ne olur, nasıl olsa küçük müşteri diyerek uydurma verilerle analiz yaptıkları durumlara bizzat şahit oldum).

Üçüncü sebep, şu adı çok konuşulan ama ülkemizde kendisini gören olmayan üniversite-sanayi işbirliğidir. Bu aslında daha ziyade ABD’deki üçüncü nesil üniversitelerde gerçekleştirilen, bizim en az 20 yıldır özenerek baktığımız fakat ülke genelinde üniversitelerimizin hemen hepsinin ikinci nesil zihniyete sahip olması nedeniyle bir türlü beceremediğimiz bir şeydir. Maalesef (özellikle sosyal bilimlerdeki) akademisyenlerimizin önemli bir kısmı bilimsel olarak çalıştığı konunun iş dünyasındaki karşılığından (pratikten) oldukça uzak. Dolayısıyla sahada bu bilgisini kullanmak ve fayda üretmeye çalışmak yerine, ona konfor ortamı sağlayan okul sınırları içinde kalmayı tercih ediyorlar. Oysa derslerinde teorilerini anlattıkları yabancı profesörlerin hemen hepsinin aynı zamanda işletme kurucusu ve yöneticisi olduğunu ıskalıyorlar. O yüzden "sanayiye gitmek" bir akademisyen için sıkıntı verici bir iş haline geliyor. Yine de bu işbirliği kusurunu sadece üniversiteye yüklemek doğru olmaz: Sebeplerden birisi de patronların zihniyetidir. Aslında yönetimde bilginin iki türlü kaynağı vardır: birincisi akademik bilgi, ikincisi ustalık bilgisi. Patronlar da ustalık bilgilerinin işe yararlığını olduğundan fazla abartıp, bu işin bilimini yapanlara danışmaya tenezzül etmiyorlar. Zaten herşeyi bildiğini düşünen birine hiçbir şey öğretemezsiniz. Oysa yine özendikleri iş dünyası yöneticilerinin üniversiteyle birlikte iş yapmak konusunda kompleksleri bulunmuyor.

Ne diyelim inşallah bu konuda şehrimiz iş dünyası mesafe kat eder, neticede atalar sözüdür: "danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış".

Bu köşe yazısı 3564 kez okundu