Yıllardan beri her dönem gündemi meşgul etmiş, siyasilerin seçim vaadlerine girmiş, üniversite öğrencilerinin korkulu rüyası olmuş, şu veya bu sebeple tahsil hayatı olmayan vatandaşların hayat stresi haline gelmiş bir problemdir işsizlik.
Ben yaklaşık 17 yıldır Kayseri’de yaşıyorum ve bir dış ticaret uzmanı olarak sanayi sektörünün içerisindeyim. Bu süreçte hep çalışan sıkıntısı ile boğuşan sanayicilere şahit oldum. Kayseri’de hemen hemen her sektörde sürekli eleman açığı yaşanıyor. Fabrikaların yarısında sabit tabelalarla işçi alımı ilanları yıl boyu kalkmıyor. Hatta birçoğunun personel servislerinin önünde, arkasında bu ilanlara rastlamak mümkün. Öyle ki bazı ilanlarda “teklifimizi işitmelisiniz” türünden teşvik edici cümlelere yer verilmiş. Hiçbir vasıf, özellik, nitelik aramaksızın eleman arayan onlarca işletme olduğunu çok iyi biliyorum.
Bana gerçek problem eğitimde gibi geliyor. Eğitimden kastım sadece akademik kariyer değil. Eğitim ailede başlıyor ve sokakta devam ediyor nitekim. İnsanoğlu, hayatının her döneminde bizzat eğitimin içerisinde aslen. Her gün yeni bir şeyler öğreniyor, her gün yeni tecrübeler ediniyoruz.
Eskiden ilkokul programında “adabı muaşeret” isimli bir ders vardı. İnsanlara toplum içerisinde nasıl davranılacağı, başkalarının hak ve hürriyetlerine nasıl riayet edileceği anlatılır, bununla topluma saygılı nesiller yetiştirme planlanırdı. Ne zaman ve kimin emri ile kaldırıldı bilmiyorum ama ciddi bir boşluk oluşturduğu kanaatindeyim.
Türk milletinin zeki bir millet olduğu bütün Dünya tarafından kabul görmüş bir gerçektir. Öte yandan zekamızı ve yeteneğimizi hangi yönde kullandığımızda malumdur. İşte bu yeteneğimizi ve zekamızı, yüz yıldan fazla bir zamandır batının bizi potansiyel tüketici yapmak için planlı programlı çalışmaları ile yoğurduğumuz zaman ortaya günümüzün verimsiz, işe yaramaz, bencil iş gücü çıkıyor. Aslında problem bu noktada başlıyor. İstikrarsız çalışanlar, sebatsız işçiler, varlığıyla yer teşkil eden ama üretmeyen insanlar. Haftanın 2 günü işe gelmemeyi alışkanlık haline getirmiş, türlü bahanelerle sürekli işini aksatan, işe geldiği günlerde de standart verime oldukça uzak ama beklentiler noktasında asla doymayan, daima daha fazlasını hak ettiğine kendini inandırmış, yeterli bilgi ve tecrübesi olmadığı halde terfi bekleyen, beklentisine ulaşamadığını gördüğünde gerekli gereksiz konuşarak ekibin motivasyonuna zarar veren, en ufak uyarıda alo 170 ‘e sarılıp haklarının çiğnendiğini iddia eden o kadar çok insan var ki, sanayici gerçekten yılmış, hatta hayatından bezmiş durumda.
Geçmişte vasıfsız çalışanlar saygı içinde sebat ve istikrar göstererek bir şeyler öğrenmek ve çalıştığı yerde kariyer elde ederek daha iyi kazanmak için çaba sarf ederdi. Bu da işletmelerde kemik kadro oluşması ve daha kaliteli işler yapılmasına zemin teşkil eder, tabir yerindeyse bir süre sonra sistem yerleşir, herkes ne yaptığının bilincinde saat gibi çalışırdı. Oysa şimdi personel yemekhanesinde pişen yemeği beğenmediği için, personel servis güzergahı kapısının önünden geçmediği için, maaş ödeme günü kredi kartı kesim tarihine denk gelmiyor diye, çalışma saatleri kendi özel hayatı ile uyuşmadığı için yada cumartesi günleri çalışma yapılıyor gerekçeleri ile işi bırakan ve arkasına bile bakmayan insanlar o kadar arttı ki inanılmaz boyutta. Hal böyle olunca istikrarı yakalamaktan aciz işletmelerin sayısı da bunun paralelinde artıyor elbette. Avrupa birliği uyum yasaları çerçevesinde çalışanlara verilen haklar, işverenlere haksızlık oldu belkide. Zira “gözünün üstünde kaşın var“ bahanesiyle şikayet eden bir işçi, sanayiciyi ziyadesi ile uğraştırıp bezdirebilir hale geldi. İş kurumu, aldığı her şikayette derhal bir tebligat göndererek, “falan gün, filan saatte burada hazır olmanızı, aksi takdirde 14 bin bilmem kaç para ceza ödeyeceğinizi ihtaren bildiririz” türünden bir yazı ile bizzat imza yetkili her kimse O’nu çağırıp sorguya çekiveriyor. Saygınlık, itibar denilen kavramlardan bir anda uzaklaşıyorsunuz. İşletmenizde kaç kişiyi istihdam ettiğiniz, nasıl bir mesuliyet altında hayat sürdüğünüz, toplumdaki sosyal statünüzün ne olduğu hiç mühim değil. Bir anda kendinizi, size hesap soran yeni mezun bir devlet memurunun karşısında buluveriyorsunuz.
Sanayici ve işadamlarına her defasında destek sözü veren devletimizin konuya yakinen ve ivedi bir şekilde el atması lazım diye düşünüyorum. Zira gerçek anlamda Avrupa standartlarında haklar verebilmek için, ürettiklerimizi de Avrupa kıymetinde satabilmek ve o nispette kazanabilmek lazım. Kendimizi bir yerlere uydurabilmek için bir yerlerimizi yırtıyoruz ve açık her geçen gün hızla büyüyor. Böyle devam ederse sanayicinin işi çok zor. Beyin göçü gibi üretim göçü başlayacak diye endişeleniyorum. Zira tanıdığım birçok sanayici şimdiden fabrikasını imkanların daha iyi olduğu ülkelere taşımak düşüncesinde planlar yapmaya başladı. Hali hazırda gidenlerin sayısı da hiç az değil.